MUSTAFA ÖZDAMAR KIRKKANDİL YAYINEVİ
http://www.kirkkandil.com
Gayb Güneşi Hz. Şems’le tanışmak çok özel bir şanstır. Bu özel şansı en üst seviyede yaşayan tek insan Hz. Mevlânâ’dır.
Büyük insanlık ailesi, insanlığın Pîri Hz. Mevlânâ’yı kısmen de olsa tanımış, ama, Gayb Güneşi Hz. Şems’i yerince ve yeterince tanıyamamıştır.
Hz. Mevlânâ’nın “Divan-ı Kebîr”inde “Şemsullah-ı Tebrizî” (Tebrizli Allah Güneşi) ifâdesiyle selâmladığı Hz. Şems, velâyetin mâşukluk mertebesinin mareşal velîlerindendir. Mâşuklar Āşıkların çooook üstlerinde ve ötelerinde yer alan gayb generalleridir...
Hz. Mevlânâ’nın Hz. Şems’de yaşadığı bu özel şans, Tasavvuf Tarihinde benzerine rastlanmayan bir aşk+şevk+zevk idrâki ve Muhammedî neş’e baharıdır. Büyük insanlık ailesini Hz. Mevlânâ’nın peşinde sürükleyen celâl ve cemâl coşkunluğu bu harika baharın esintileridir.
Biz bu dosyada, bu nâdide bahardan derleyip toparladığımız huzur buhurları sunuyoruz sizlere.
Yâ Selâm!...
HER ŞEYİN BİR VAKTİ SAATİ VAR
Gayb güneşi Hazreti Şems, Konya’da, eskimeyen yıllarını,
çocukluğunu, gençliğini anlatırken şöyle diyordu:
Benim, Tebriz’de Ebubekir adında bir şeyhim vardı. Bütün
velâyetleri ondan aldım, fakat bende, şeyhimin ve kimsenin
görmediği bir şey vardı. O şeyi şimdi Hüdâvendigârım
Mevlânâ gördü!
Çocukluk yıllarımda ben, feleği meleği her şeyi açık seçik
görüyor ve herkesi de kendim gibi sanıyordum. Fakat neticede
bunları herkesin görmediği anlaşıldı. Şeyh Ebubekir; bu
durumu saklamam gerektiğini söylüyor ve beni onları söylemekten
alıkoyuyordu.
Henüz ergenlik çağına girmediğim günlerde bile, aşk deryalarına
bir daldım mı otuz kırk gün hiçbir şey yiyemezdim!
Bendeki bu olağan dışı durumlara bir anlam veremeyen
babam, bir gün:
– Oğlum, dedi, ben senin bu hâlinden hiçbir şey anlayamıyorum!
Nereye varacak bunun sonu? Babam böyle söyleyince;
ona şunu söyledim o zaman:
– Baba dedim; seninle benim babalık ve evlâtlık ilişkilerimiz
neye benziyor biliyor musun? Bir tavuğun altına tavuk
yumurtalarıyla birlikte kaz yumurtaları da koymuşlar. Vakti
gelip de civcivler çıktığı zaman, bunlar hep birlikte analarının
arkasına düşer giderler. Yolda bir göl kenarına rastlarlar. Kaz
yumurtasından çıkan civciv hemen kendini suya atar. Bunu
gören ana tavuk: Vah, eyvah!.. Yavrum boğulacak! Diye cakırdamaya
başlar. Halbuki kaz yumurtasından çıkan yavru neşe
içinde yüzmektedir. İşte seninle benim aramdaki ilişki ve fark
da böyledir.
İşte bu tarihlerden sonra, ne zaman bu tür bir konu gündeme
girse, babam artık eskisi gibi telâşa düşmeden, rahat bir
gönülle:
– Bizim Şemseddin’e bu hâller, taat ve riyâzat sebebiyle
değil, tââââ ezelden verilmiştir!. Derdi.
Cenâb-ı Hakka: Beni kendi kubbelerinin altında gizli olan
has dostlarının içine kat ve onlarla arkadaş et! Diye yalvarıp
yakardığım yıllarda, bir gece rüyâmda:
– Seni bir velîye arkadaş edeceğiz! Dediler.
– O velî nerede? diye sordum.
Bu rüyâdan sonra, üst üste iki gece:
– Aradığın adam Rum diyarındandır! Dediler.
Bir hayli zaman aradım; fakat onu bulamadım!
Sonra bana:
-– Daha bulacağın zaman gelmedi! İşler vakitlerine
SELECİ ŞEYH VE ŞANSLI HIRSIZ
Hazreti Şems’in ilk şeyhi Şeyh Ebubekir Sellebaf (Seleci), selecilik
yaptığı için ona Seleci Şeyh derlermiş.
Şeyh Ebubekir Sellebaf Hazretlerinde öyle bir tevhid zevki
öyle bir vahdet şevki varmış ki, o zevk ve şevk içinde hırsızı
uğursuzu bile korur ve kollarmış.
Hazret bir gece, göz ve gönül uyanıklığı içinde zikir fikir
demlerken sokakta bir gürültü patırtı kopmuş.
– Hırsız var!
– Yakalayın!
– Tutun!
– Kaçırmayın! derken, kendi damında bir ayak patırtısı
belirmiş. Sokakta yakayı ele vermeyen hırsız can havliyle
Hazretin damına tırmanmış.
Hırsızın zor onlar yaşadığını ve epey darlandığını gören
Hazret, usulca dama çıkarak, ona:
– Hiç kimsenin bir şeyini alıp çaldın mı? Diye sormuş.
Tehlikeden kaçarken kurtuluşa yakalanan hırsız,
mahcûbiyet içinde:
– Hayır şeyhim! Ambarı yardım, ama hiçbir şey almadım!
Yalanım yok vallah billâh!. Diye kıvranmaya başlayınca, Şeyh
Ebubekir Sellebaf Hazretleri, kendi kavuğunu ve hırkasını çıkarıp
hırsıza uzatarak:
– Madem ki öyle, gey bunları, sıvış buradan! Sırla kendini,
bir daha da böyle yapma! Bırak artık bu hâli, hayde y’allah!.
diyerek hem kendini, hem de başkalarını harâb eden hırsızın
ıslahına zemin hazırlamış.
Hazreti Şems’in “Makâlât” (Konuşmalar)’ını günümüze kazandıran
M. Nuri Gençosman, konuşmalar’ın giriş yazısında
bizim kendi uslûbumuz içinde azıcık romantize ederek verdiğimiz
bu olayı, aslına daha yakın ifadelerle şöyle aktarıyor:
Tebriz taraflarında bir azîz vardı ki, dâima uyanık gönüllüydü,
geceleri uyumazdı.
Gecenin birinde bir hırsızın dama çıkmak için kement attığını
gördü. Adam o sırada, halkın sesini işitince, o tehlikeli
durumda sığınacak bir yer bulamadı; telâş ve korku içinde
kaçmaya çalışıyordu.
Bunu seyreden azîz derviş; mum gibi erimeye başladı: zavallı
hırsızın çektiği korkuyu düşündü. Karanlıkta dama doğru
yürüdü. Başka bir yoldan hırsızın karşısına çıktı:
– Dostum, gitme! dedi: Ben sana yabancı değilim! Yiğitlikte
senin ayağının toprağıyım!
Hemen kavuğunu, sarığını, yanındaki eşyasını yukarıdan
hırsızın eteğine bıraktı, ona çok özürler diledi ve: Haydi çabuk
şimdi buradan kaçıp canını kurtarmaya bak; duman gibi
kendini yok etmeye çalış! dedi.
GÖNÜL AYNASI
Dış görüntülere hiç takılmayan Hazreti Şems, seyyahatlerinden
birinde, bir yerde, güzel yüz tutkunu bir şeyhe
rastladı. Bu Şeyh Efendi cemâl tutkunuydu. Nerde bir güzel
yüzlü birini görse, hayran ve sergerdân ona bakarak, duruma
göre, bazen içinden, bazen de dışından.
Hevâ ve heves için değil;
Şehvetle değil,
Temiz bir gözle bakıyoruz biz sana!
Senin güzel yüzün,
Allah’ın lûtfunun aynasıdır!
Allah’ın lûtfunu görüyoruz biz sende!
Tarzında şiirler mırıldanırdı.
Hazreti Şems, bu Şeyh Efendi’ye:
– Heey!. Dedi, bu ne hâl efendi?
Şeyh Efendi:
– Güzellerin yüzü ayna gibidir! O aynada Mevlâ’yı müşahede
ediyorum ben! Diye cevap verince, Hazreti Şems, biraz
celâllenerek:
-– Madem ki Mevlâyı su ve toprak aynasında görüyorsun,
niçin can ve gönül aynasına bakıp da kendini aramıyorsun?
dedi.
Hazreti Şems böyle söyleyince, o Şeyh Efendi, hemen
anında:
- Eyvallah!. Ederek, eski hâline tövbe etti.
mustafa özdamar kırkkandil yayınevi
http://www.kirkkandil.com
mustafa özdamar kırkkandil yayınevi
http://www.kirkkandil.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder